Up Uzun Bir İntihar...

Camdan, ince, narin küçük süs eşyaları vardır. Onlara dokunmaya kıyamazsınız... Bakışınızdan bile kırılabilcekmiş gibi dururlar. Cranberries grubunun baş kahramanı Dolores O'riordan bana hep o narin kırılganlığı hatırlatmıştır. Uçucu, yarı gerçek, yarı düş bir kadın... Uzaktan çok güzel görünen, dokunduğunda yapraklarını hemen döken gelincikler gibi.

 

Bağırarak şarkı söyleyen insanları hiçbir zaman sevmedim. O da kalp çığlıklarını duyurmak için avaz avaz ses yükseltmek değil, duygu yükseltmek gerektiğini bilen en özel kadınlardan biriydi. Ve de en yaralı... Bu yaralı hal, ülkemizde sıklıkla görülen ve göz yaşı ticareti yapan, ''Ah yandım bittim''ci müzisyenlerinkine benzemiyordu tabi. 8 yaşından itibaren 4 sene boyunca tacize uğramanın getirdiği bir yaraydı bu. İnsan, hangi yaşta olursa olsun, cinsel tacize uğradığında, canından can kaybeder. Ama sekiz yaşında ve sistemli bir şekilde babanızın yakın arkadaşı tarafından dört sene boyunca bunu yaşadığınızda, kendinizi suçlar hatta kendinizden nefret ederiniz. Yıllar yılı Dolores'in yaşadığı bir çeşit yeme bozukluğu olarak bilinen Anoreksiya Nevroza, tam da bundan beslenir. Aslında uzun sürece yayılmış bir intihardır Anoreksiya.

 

Kendini yavaş yavaş yok etmedir. Tacize uğradığın için nefret ettiğin, tiksindiğin bedenini aç bırakarak cezalandırmaktır. Kendinden utanmaktır. Kimseye anlatamadığın için, kalbinde şişen acıyı, yemek yedikçe kusup atmaktır.  Uğradığın tacizi kontrol edemediğin için, en azından kendi bedenin üzerinde kontrol kurduğun yanılsamasına kapılmaktır. Bedenin çığlık attıkça ruhunun biraz huzur bulduğuna inanmaktır. Patlamak üzereyken, buharını dışarı püskürterek fazla basınçtan kurtulan bir düdüklü tencere gibi... Tencere buharını atmaya çalışır, sen de buhranını... Çoğu zaman yaşamı hissedemediğin için cezalandırmaktır kendini. Bazen de tam aksine hissedebilmek için...Çünkü canının yandığı kadar varsındır sanki...

 

İnsan kendi bedenine nasıl zarar verebilir? Kelimelerle söyleyemediğini, bedenindeki tahribatla söyleyerek. İçindeki yaraları bedenine resmederek. Belki o resmi sonunda biri görür, anlar ve yardım eder diyerek. Bedeni hastalandıkça, kontrol edemediği soyut bir acıyı, kendisinin ve herkesin görebileceği, algılayabileceği bir hale sokarak... İçindeki ruhsal acıyı fiziksel acının altında ezip yok etmeye çalışarak. Yaptığı  hataların bedelini (tacize uğramanın kendi hatası olduğuna inanan herkes gibi) bedenine şiddet uygulayarak ve onu aç bırakarak ödeyeceğini umut ederek...

 

Dayanılmaz mide ve sırt ağrıları ve gözle görülür bir fiziksel çöküş yaşamasına rağmen kendine zarar vermekten vaz geçmez mi insan? Bir rahatlama ilüzyonu yaşıyorsanız, hayır. Çünkü tüm bu tahribat, size hatalarınızın bedelini ödediğinizi hissettirir. 

 

Tacize uğradığınızda yakınlaşmakta güçlük çekersiniz insanlara. Çünkü incitmelerinden korkarsınız. Oysa yakınlığa ihtiyacınız vardır. Böylece ebedi bir çelişki ve yalnızlık başlar. Ve o boşluk duygusu ne ironik ki, adı boşluk olsa bile bütün ruhunuzu doldurur. Bazen hiçbir şey yemez, bazen tüm yediklerinizi kusarsınız.  Tüm o yemeklerle beraber içinizdeki irin de sökülüp gitsin diye... Yaralarınızı, herkesten saklarsınuz. Ama aslında, birilerinin yaranızı görmesini, böylece ilgi ve şefkat ihtiyacını doyurmasını istersiniz. O yüzden şarkılar söyler, içinizi dökersiniz. Ama iç kanamalı öfkeniz öyle kolay boşalıp gitmez.. Canınızı acıtmak için keskin bir arzu duyarsınız. Ruhunuzu boşaltamadığınız için bedeninizi boşatırsınız. Yavaş yavaş öldürürsünüz onu. Şimdi Dolores aniden aramızdan ayrıldı gitti gibi gelse de bize, aslında 8 yaşından beri kendini anoreksiya ile nasıl un ufak ettiğini, bunun uzun zamana yayılmış bir intihar hikayesi olduğunu biliyoruz. Ama bilmek neye yeter ki, hissetmeyip, duyumsamadıktan sonra... Kulak verin seslere. Duyulanlar kadar duyulmayanlara da. Çünkü acı, aslında yaralandığımızda değil, yaralanmış olmamızı kimse umursamadığında başlar.

Aydilge...


Yorum Yaz