Güzel Öldürmeli Aşkı
Öldüreceklerse güzel öldürmeli insanlar aşkı. Nazikçe, acıtmadan. Beceriksizce yok saymadan; incitmekten zevk almadan...Nefret ettirmek en kolayı; kolaya kaçmadan, incelikle çıkmalı insan, bir başkasının ruhundan...
Sevgili kaçak,
Ey yarım yamalak aşık,
Genel de hep ayrılırken dersin ya "Ben seni incitmekten korkuyorum" diye. Sana bir sır vereceğim. İncitirim korkusuyla yaklaşamıyorsan birine, asıl korkan sensindir belki incinmekten. Derinine inersem, karşımdakini incitirim diye düşünmen değildir asıl sorun. Tam aksine, belki sen yüzmeyi bilmiyorsundur derinlerde. Hep yüzeyde kalmışsındır şimdiye dek, sözde başkaları incinmesin diye...
Kalplerin ziline basıp kaçan ve derin bir bağlanma korkusu yaşayan sen... Dışardan bakıldığında bağlanmak isteyen ''ezik'', sen ise çok havalı gözüksen de, en çok korkanlar, aslında kaçanlar değil midir? Öyle çok korkuyorsun ki incinmekten, bu haz ve kolaycılık çağında, hızlıca sevip, incinmeden sevilmek istiyorsun. Ama sevgi gerçekse, birbirimizin narin yerlerine değecek olmamız kaçınılmaz. Ya hiç kimseyi sevmeyeceğiz incinmeyelim diye ya da kahramanca seveceğiz iliklerimize kadar; acıyı da mutluluğu da dibine kadar hissede hissede.. Çünkü sevgi çıplak ve narinken gerçek. Bu kadar safken, nasır tutmamışken, kabuk bağlamamışken incinebilir olması onun canlı ve gerçek olduğunu gösterir. Kurşun geçirmez, korunaklı, kontrollü kalpler incinmez ve evet acı çekmezler, ama ne yazık ki hakiki anlamda hissedemezler de. O yüzden, yarım bıraktığın her aşktan, aç ve eksik ayrılıyorsun. Kendini çok sevip, bencilliğindenmiş gibi gözükse de sana kızgınlık değil, şefkat duyuyorum çünkü biliyorum ki baş edemeyiyorsun hayatla, acıyla, aşkla, mutlulukla... O yüzden sığ olmak, derin değil, yüzeyden yaşamak istiyorsun. Aman canım yanmasın, acı çekmeyeyim diye paylaşmadan, bağlanmadan, yükselmeden idare etmek istiyorsun. İncinirim korkusuyla kimseyle derinleşmeden sığ sularda chat yapmak, zayıf yanların görünmesin diye, kalbiminin açık yerlerini kapatıp, kaybolmak istiyorsun. O yüzden de ne zaman bir ilişkin derinleşmeye başlasa, özgürlüğünü kaybetmekten korkuyorsun. Ama asıl bu korku kaybettiriyor özgürlüğünü, aşk değil... Çünkü bu korku yüzünden kendini aşkın içine dolu dizgin bırakamıyorsun, keşfedememiyorsun.Hep bir huzursuz, bir yarım yamalaksın..Acırım kaygısıyla, sevgiye yatırım yapamıyorsun. Asıl tutsaklık, birine bağlanman değil, aşka kendini özgürce bırakmana engel olan bu korkun işte.
Oysa izin versen, aşk yolculuğa çıkarır, aşina olduğun güvenli alandan kaçırır seni. Birini sevmek, onun ülkesine yolculuğa gitmek, yabancı, gizemli topraklara girmek, büyük bir maceradır. Başka bir iklimde, emniyet bağlarından kurtulmuş bir şekilde, yeninin içinde yenilenelerek kendini baştan keşfedersin O yüzden özgürleştirir saf aşklar. Çünkü kendini kaybettirir. Ve bizler ancak kaybolduğumuzda başlarız kendimizi keşfetmeye...
Fakat senin kendinle yüzleşmen zor tabi. Onun yerine geçici olarak içsel boşluğunu dolduracak bir eşin/sevgilinin peşinde koşmak işine geliyor. Ama işine geldiği gibi değil, içinden geldiği gibi sevmeli insan. Sen, kendini dinleyip, anlayıp, sevmedikten sonra, sevdiğini sandığın insanlar, ruhundaki deliği yamamak için bulduğun birer objeden ibaret kalıyor.. Ve objeler değişse de boşluk değişmiyor...
O yüzden kalpler atık sevgilerle dolu çöplük misali artık. Ama kimsenin ruhu, başkasının bozuk, yapay sevgisini atacağı çöp tenekesi haline gelmemeli. Bir şarkı sözüm var: "Kalbimiz bir mezar, aşk içinde yatar" diye... Gerçekten de ne kadar çok aşk, sevgi ve vefa ölüyor kalplerde. Sen ne çok ölüyorsun... Ve incittiğin insan da belki senin cesedini kalbinde taşımaya devam ediyor. Özgürleşmesi için onun da seni bırakması, gerçek aşkla gelen başka birine yer açması gerekiyor. Hemen olmasa da yakında. Çünkü o da biliyor ki kaybettim sandığı sen, kurtulduğusundur aslında...
Aydilge
(2019 Kafa Dergisi Özel Aşk Sayısında yayınlanmıştır.)