Korku...
Çocukken bazı geceler yalnız yatamazdım. Korkardım hep. Öyle öcüden böcüden değil, adını koyamadığım garip bir iç sıkıntısıydı benimki. Karnımın içinde şiddetli ağrılar alem yapar, midem bulanır, nefesim tıkanırdı. Üstelik yalnız geceleri değil, gündüzleri de... Gece o korku yine gelirse diye sabahtan başlardım düşünmeye.
Anneme hep çok iyi davranmak zorundaydım; çünkü geceleri yanımda yatan oydu. Bazen ona deli gibi kızsam da sinirimi içime atardım. Ona karşı gelirsem, yanımda yatmaktan vazgeçmesinden korkardım. Babamsa sürekli anneme söylenirdi, “Kocaman kız oldu, hala yanında yatırıyorsun!” diye. Bu yüzden babamın beni fazla sevmediğini sanırdım. Annemi ayartır da yalnız yatmak zorunda kalırsam diye korkardım.
Geceleri babamla beraber televizyon seyretmek isterdim aslında ama annemin uykusu erken geldiğinden ve ben ona muhtaç olduğumdan, istemeye istemeye arkasından giderdim. O yanımda yatıyor diye rahatladığım da yoktu aslında. Üstelik bu durum çok gücüme giderdi. Annem, korkaklığımı yüzüme vuracak bir imada bulunmasa da, incinen gururumdan dolayı ben ona içten içe garip bir öfke duyardım. Birilerine bağımlı olmayı- bu annem bile olsa- yediremezdim kendime. Korkular, sıkıntılar rahat bırakmazlardı beni. Buz gibi terler dökerdim. Beş dakikada bir sorardım “Anne uyudun mu?” diye. Ama verdiği cevaplar beni ancak bir iki saniye rahatlatırdı. Sonra aynı soru-cevap döngüsü yeniden başlardı:
"Anne uyudun mu?"
"Hayır kızım"
"Benden önce uyuma, olur mu anne?"
"Olur kızım."
"Anne..."
"Tamam kızım, senden önce uyumam."
Annemle babam bazen gece gezmesine giderler, eve çok geç dönerlerdi. Belki yavaş yavaş alışırım diye gideceklerini on- on beş gün öncesinden söylerdi annem. Bende o andan itibaren başlardım korkmaya, cehennemin kıyısında sürünen, düşmemek için direnen biri gibi. Gidecekleri an geldiğinde cehennemin ortasına düşeceğim anın da geldiğini anlar ve hiçbir zaman kime ait olduğunu bilemediğim o kara elin beni aşağıya itmesini beklerdim. Bir gün olsun itmediği de olmamıştır zaten. Sanki ateşin içine hızla düşüşümü ve acıdan cayır cayır yanışımı seyredip kahkahalarla arkamdan gülen biri vardı. Bu andan sonra hatırlayabildiklerim, annemin huzursuz huzursuz beni öpüşü, babamın “Haydi yahu, geç kalıyoruz!” deyişi, annemin ayaklarını sürüye sürüye gidişi ve suratıma kapanan kapı... Bilirdim, annemin aklı hep bende olacaktı ve hiç eğlenemeyecekti. Annem huzursuz olduğu için babam sinirlenecekti. Annem, “Gidelim artık çocuk korkar” dedikçe, babam daha bir kuduracaktı ve benim yüzümden birbirlerine gireceklerdi.
Onlar böyle güzel bir gece yaşaya dursunlar, ben yataklarına yatıp onları beklerdim. Saatlerce... Sanki seneler geçerdi de gelmezlerdi. Uykusuzluktan gözlerim şişmeye başlardı. Gerçi korkmayayım diye yanıma anneannemi bırakırlardı ama masallardaki kötü kalpli üvey anneye benzetirdim ben onu. Bana baktığı için böbürlendikçe böbürlenir, "Şöyle yapma giderim ha, böyle yapma uyurum ha!" diye tehditler savururdu. En sonunda da horul horul uyurdu zaten. Bense, evdeki sessizlikten ve yalnızlığımdan faydalanarak korkunç sesler çıkartan iç sıkıntımı duymamak için televizyonu açardım. O zamanlar yalnızca TRT 1 vardı ve hiç tanımadığım adamlar, hiç anlamadığım konulardan bahsettikleri sıkıcı programlar yaparlardı. Gözlerim anlamsızca onlara bakar, kulaklarımsa merdivenleri dinlerdi. Aklım kapıda, korkularımın ıslattığı yatağın içinde, annemle babamı beklerdim. Bir kaç ayak sesi duydum mu, hemen ümide kapılır ayağa fırlardım. Ama onlar hep başkalarının ayak sesleri olurdu. Neyse ki en sonunda anahtar, kapının kilidinde şırak diye dönerdi de rahatlardım. Bu, anahtarın bana verdiği işaretti. Artık eve döndüklerinin işareti...
Sonuçta annemle babam, ayrı yatmak zorunda kalırlar, babam iki kişilik yatakta tek kişilik uykusunu uyur, annem de benim odamdaki yarım kişilik kanepeye büzülürdü:
"Benden önce uyuma, olur mu anne?"
"Olur kızım."
"Anne, uyumadın değil mi?"
"Uyumadım kızım."
"Anne..."
"Tamam kızım, senden önce uyumam..."
Peki sonra ne mi oldu? Bir iki seneye geçti tabi bu korku. Geçti gibi yaptı daha doğrusu. Çünkü geceleri kendi başıma yatabiliyor olsam da, ruhum sakatlanmıştı bir kere. Annem, yaşama bağlı, özgür bir çocuk yetiştirmek yerine, kendisine bağımlı bir çocuk yetiştirmeyi seçmişti çünkü...Bilerek yapmıyordu bunu ama ona ihtiyaç duymama ihtiyaç duyuyor, kendi varlığını benim ona bağımlılığım üzerinden inşa ediyordu. O yüzden hayatın tehlikeli bir yer olduğunu aşılıyordu sürekli bana. Böylece özgür, dik başlı, kendi ayakları üzerinde duran bir genç kadın değil de, sıkışınca annesine koşan bir evlat olacaktım. O da yalnız ve işlevsiz kalmayacaktı. Yıllar geçtikçe bir tarafım buna tepki olarak çok güçlü, kafasının dikine giden, sağlam bir genç kadına dönüştü. Bir tarafım ise hep rahime geri dönmeye çalışan, o rahimin kendine mezar olduğunu bilmesine rağmen, göbek bağını kesemeyen korkak birine...
Ben bir kafede oturmuş bunları düşünürken, kendi başına yürümeye çalışan bir iki yaşlarında bir ufaklık takıldı gözüme. Birden yere kapaklandı. Annesi çığlık atarak sandalyesinden kalkıp hemen onu kucağına aldı. Korku dolu ve endişeli bir ifadeyle bakıyordu oğluna. Bunu gören çocuk da ağlamaya başladı. Canı yandığı için değil de annesini üzdüğünü düşündüğü için ağlıyordu belki de. Ve şu bilgi beynine kodlanıyordu: Kendi başına hareket edersen, annen çok üzülür, ayrıca düşersin ve canın yanar.
Bu manzarayı görünce, her tek başıma tatile çıkmaya ya da kendim için bir şey yapmaya kalktığımda annemin acıklı bir şekilde ''peki kızım'' diyişi aklıma geldi. Radarından yani kontrol alanından çıktığımda, annem hep üzülüyordu. Ve ben hep vicdan azabı duyuyordum. Mutluluğum, annemin mutsuzluğuna sebep oluyordu. O yüzden bir tarafım mutlu olmaya korkuyordu. Sanki mutlu olduğumda benim yüzümden sevdiğim biri acı çekecekmiş gibi...Ama artık güçlü tarafımın sesi daha gür çıkıyordu çünkü korkanın ben değil aslında annem olduğunu fark ediyordum günden güne...
O yüzden benden önce uyu gönlünce, olur mu anne? Çünkü ben artık uyanıyorum. Ve seni korktuğum için değil, korkmadığım için seviyorum...
Aydilge